Haftanın Kitapları: 10.03.2011

-
Aa
+
a
a
a

Suat Duman

Müruruzaman Cinayetleri:

Âşık, Asi, Üzgün

Kavis Kitap, 2011, 160 s.

Gün geçtikçe, Emrah Serbes’i ve onun yarattığı karakterleri (Behzat Ç. ve ekibi) duymamış olanların sayısı azalıyor. Bunda kuşkusuz en büyük etmen, Emrah Serbes’in “Ankara Polisiyeleri”nden yola çıkılarak çekilen televizyon dizisi. Yazarın romanlarında çizdiği karakterlerin yerli yerinde oluşunun, “sağlamlığı”nın böylesi bir uyarlamayı mümkün kılması da elbette unutulmamalı; hatta şimdilerde bir sinema filminden dahi söz edilmeye başlandı. (Televizyon dizisinin ilk bölümü tamamen Emrah Serbes’in ilk romanı olan Her Temas İz Bırakır’dan uyarlanmıştı, ardından çekilen yaklaşık yirmi beş bölümde ise söz konusu karakterler üzerinden özgün hikâyeler üretildi. Böylelikle, yazarın ikinci romanı Son Hafriyat’a dizide neden değinilmediği sonradan anlaşılmış oldu; muhtemelen bu ikinci romandan uyarlanacak sinema filminin ne aşamada olduğuna dair ise henüz kesin bir bilgi yok.) Emrah Serbes’in ilk romanı yayımlandığında (2006, İletişim Yayınları), hikâyenin bu boyuta ulaşacağını tahmin etmek imkânsızdı tabii ki, ama ilk bakışta en dikkat çekici yönü, polisiye hikâyenin ender olarak rastladığımız şekilde Ankara’da geçiyor oluşuydu, çok sayıda örneğini bildiğimiz gibi İstanbul’da değil. Yerli polisiye romanlarda tercihin ağırlıklı olarak İstanbul’dan yana kullanıldığını düşündüğümüzde, her ne kadar romanda, “buralarda bütün yan sokakların bir ana caddeye açılmak amacıyla var olduğunu bilerek, çıkmaz sokağı olmayan bir kentin verdiği kahredici huzurla, palas pandıras yürüyordu” cümlesi yer alıyorsa da, Ankara sokaklarının da ya da Ankara’daki çeşitli mekânların da polisiye bir atmosfere bürünebileceğini göstermesi açısından ilgi çekiciydi Her Temas İz Bırakır. Bu açıdan bakıldığında, Suat Duman’ın 2008 sonunda yayımlanan ilk romanı Cinayet Mevsimi de benzer vaatleri sunuyordu; kitabın arka kapak yazısı şu cümlelerle noktalanıyordu: “Gizemli Ankara sokaklarını, bu sokaklarda romantik şarkılar söyleyerek dolaşan gençleri, her şeyden önemlisi bize özgü sürükleyici bir polisiyeyi merak edenler kaçırmasın.” 

Cinayet Mevsimi, Ankara Hukuk öğrencilerinden Mehmet Cemil’le tanıştırmıştı bizi. Her zamanki gibi sıcak, demli çayından şekersiz bir yudum alarak güne başlayan Mehmet Cemil, bir sınava girmek üzere okuluna vardığında, avludan gelen müthiş bir çığlıkla neye uğradığını şaşırır. Neler olduğunu merak edenlerin oluşturduğu kalabalığın ortasında bir arkadaşının baygın bir şekilde yattığını görür, ama bundan daha önemlisi, o esnada yapılan bir duyurudur: “Arkadaşlar, bu sabah saat 06.00 sularında, arkadaşımız Görkem Ürgüplü evinde ölü bulundu. Sebebi konusunda henüz net bir açıklama yapılmadı ama cinayet olduğunu sanıyoruz.” Bu açıklamanın ardından Mehmet Cemil, sınava girmekten vazgeçip olayı aydınlığa kavuşturmak üzere Görkem Ürgüplü’nün evine doğru yola çıkacaktır. (Açıkçası Mehmet Cemil’in kendini bir anda olayın içine dahil etmesinin ardında yatan güdünün ne olduğu açık değil; sanırım burada en doğru tanımlama, “serüvene atılma” hevesi.) Amcasının teşkilatta saygın bir yere sahip bir polis emeklisi olmasının getirisiyle epey insan tanıyan Mehmet Cemil, bu bağlantılarını kullanıp olayın ayrıntıları hakkında bilgi sahibi olmayı başaracak ve araştırmasına, cesedin yanına bırakılan bir film karesiyle başlayacaktır...

Suat Duman’ın, zaman zaman gerçeklerden uzaklaşarak olaylara bir “detektifçilik oyunu” gibi yaklaşan heyecanlı kahramanı Mehmet Cemil’le yeniden karşılaşacağımızı tahmin etmek güç değildi aslında, ama kendisi ikinci roman Müruruzaman Cinayetleri’nde bir hayli farklı bir şekilde çıktı karşımıza. Müruruzaman Cinayetleri’nde Mehmet Cemil artık üniversiteyi ardında bırakmış, hatta Ankara’dan İstanbul’a taşınmış ve ünlü bir avukatın yanında staja başlamıştır. Bu sefer de, yanında staj yaptığı avukatın üstlendiği bir dava sebebiyle yine art arda işlenen cinayetler hakkında soruşturma yaparken bulur kendini. Suat Duman bu sefer, 80’li yıllara uzanan bir hikâye yerleştirmiş Müruruzaman Cinayetleri’nin merkezine, kitabın adındaki “süre aşımı” anlamına gelen müruruzaman kelimesinin de hissettirdiği şekilde; başka bir deyişle, yerli polisiye romanlarda, diğerlerine göre daha ender rastladığımız siyasi polisiye tarzında bir roman kaleme almış diyebiliriz.

Suat Duman’ın romanlarındaki muamma, yalnızca hikâyelerdeki cinayetlerle sınırlı değil gibi görünüyor. İlk romanın isminin Cinayet Mevsimi (kısaca CM) ve ikinci romanın isminin Müruruzaman Cinayetleri (kısaca MC) olmasının yanına, kahramanımız Mehmet Cemil’i de (kısaca MC) ekleyince, bu kısaltmalarla ilgili ilginç bir birliktelik ortaya çıkıyor gibi. Bu durum, polisiye romanlar okumanın tetiklediği aşırı şüpheciliğin bir yansıması da olabilir elbette, belki de yalnızca bir tesadüften ibarettir...

David Peace

Tokyo Sene Sıfır

çev. Dost Körpe

Sel Yayıncılık, 2011, 399 s.

Tokyo Sene Sıfır, David Peace’in Türkçedeki ilk kitabı. Özellikle “seri” kitaplarıyla tanınan bir yazar David Peace. The Red Riding Quartet isimli bir dörtlemesi var örneğin; 1975-80 yılları arasında İngiltere’deki bir dizi cinayeti ele alan ve polislerin kötü muamelesiyle hesaplaşan bir dörtleme olarak nitelendirebiliriz The Red Riding Quartet’i. Tokyo Sene Sıfır romanı da, benzer bir şekilde, bir üçlemenin ilk kitabı. Roman, 1945’te Tokyo’daki –malum savaşın yıkıntıları altında olan Tokyo’daki– bir dizi suçta odaklanıyor; Dedektif Minami karakterinden yola çıkarak. Genç kadınları vahşice öldüren bir seri katilin peşine düşen Dedektif Minami karakteriyle bir yandan bu suç hikâyesinin içine çekiliyoruz, ama bir yandan da detektifin geçmişiyle yüzleşmesiyle birlikte savaşın yaralarını sarmaya çalışan bir kentteki bireysel ve toplumsal yapı gözler önüne seriliyor. Sel Yayıncılık yazarın “Tokyo Üçlemesi”ni tamamlayacaktır sanırım, ama bunun yanı sıra anlaşılan o ki, David Peace’in diğer eserlerini de Türkçede okuma imkânı bulacağız.

Ayfer Kafkas

Esrarname

Timaş Yayınları, 2011, 302 s.

Ayfer Kafkas’ın Yasak İlmin Kitabı alt başlığıyla yayımlanan Esrarname isimli romanında, kısaca söylemek gerekirse, o kadim çekişmeye, bir iyi-kötü mücadelesine tanıklık ediyoruz. Birçok romanda ve sinema filminde farklı şekillerde rastladığımız iyiler-kötüler mücadelesi, Ayfer Kafkas’ın romanında, tarihi bir anlatı eşliğinde “Esrarname” isimli bir kitap üzerinden kurulmuş. Yüzyıllar önce Tir-i Danende isimli bir İranlı büyücü tarafından kaleme alınmış, içindeki çeşitli büyü ve tılsımların sahibine sonsuz olanaklar sağladığı “Esrarname” isimli bu tehlikeli kitap, ikiye bölünmüştür; kitabın bir yarısı, edindiği insanüstü güçleri iyilik adına kullanan Nagehan’da, diğer yarısı da Nagehan’ın tam aksine, kara büyülerle uğraşmayı tercih eden Muntazar’ın elindedir... (Bu arada, romanın bittiği noktada hikâyenin devam edebileceğine dair bir izlenim uyanıyor; elbette bunu ancak önümüzdeki günlerde göreceğiz.)

Devrim Kodakcı

Bir Çalçene Hikâyesi

Arkadaş Yayınevi, 2011, 235 s.

Bir Çalçene Hikâyesi Devrim Kodakcı’nın ikinci romanı; daha önce de, yine Arkadaş Yayınevi tarafından yayımlanan Kebikeç isimli romanını okumuştuk. Yazarın zamandan ve mekândan bağımsız bir aşk hikâyesi anlattığı bu romanının dikkat çekici bir yönü de, üslubu; özellikle İhsan Oktay Anar’ın eserlerine aşina olanlara tanıdık gelecek bir üslubu var. Elbette, benzer bir anlatıma sahip her romanı ya da hikâyeyi İhsan Oktay Anar’ın eserlerine benzeterek ele almak, o doğrultuda değerlendirmek, bir anlamda söz konusu yazarlara biraz haksızlık etmek anlamına geliyor; ama kuşkusuz şu da bir gerçek ki, söz konusu üslupla o kadar özdeşleşmiştir ki İhsan Oktay Anar, bir benzerlikle karşılaşıldığında onun ismini de anmadan geçmek neredeyse imkânsız.

Orhan Koçak

Bahisleri Yükseltmek:

Turgut Uyar Şiirinde Kendini Yaratma Deneyimi

Metis Yayınları, 2011, 282 s.

Orhan Koçak’ın Turgut Uyar şiirine, ama bunun yanı sıra Turgut Uyar üzerinden –hareketi başlatanlardan biri olarak– İkinci Yeni’ye de değindiği Bahisleri Yükseltmek isimli inceleme kitabı bir yönüyle şaşırtıcı, bir yönüyle de beklenen bir kitaptı aslında. Beklenen bir kitaptı çünkü Koçak’ı takip edenlerce, eleştiri ve inceleme yazılarının ağırlıkla şiiri konu edindiği bilinir; buna karşın –Koçak’ın çeşitli yayınlarda çok sayıda yazısına rastlansa da– kitap yayımlama konusunda pek “üretken” olmadığı düşünüldüğünde de şaşırtıcı bir kitap oldu Bahisleri Yükseltmek. Koçak şiirin yanı sıra, özellikle psikanaliz, Marksizm, eleştirel teori, edebiyat eleştirisi (ki Metis Yayınlarının “Eleştiri Dizisi”ni başlatan ve editörlüğünü üstlenen kişi olduğunu söyleyelim) ve Frankfurt Okulu konularında da “çalışmış” bir isim. Dolayısıyla, en azından yazılar derlemesi olarak bile kitaplarının çoğalmasını bekliyoruz.

İmran Karabağ

Dil ve Şiddet:

Geçmişten Günümüze Bir Kavram İncelemesi

İkaros Yayınları, 2010, 113 s.

İmran Karabağ, özellikle Wilhelm von Humbolt ve Jürgen Habermas’tan hareketle dil ile şiddet arasındaki ilişkiyi ele aldığı kitabında, kısaca, şu sorulara yanıt arıyor: “Bizden binlerce yıl önce yaşamış olanlar ve daha sonra gelenler nasıl bir bildirişim dünyasında yaşadılar, sosyal yaşamlarını nasıl bir iletişim ağıyla ördüler ve de söz-eylemlerini ve sosyal ilişkilerini nasıl bir yaşam alanında ve hangi koşullarda gerçekleştirdiler? Günümüze geldiğimizde yaşama dünyasında artık neler değişti? Öncekilerle karşılaştırdığımızda yaşadığımız dünya bizlere neyi dayatmaktadır? Söylem farklılıkları hangi temelde gerekleşiyor? Daha da önemlisi sözlü şiddet ya da şiddet ifade eden söz-eylemlerimiz yaşama alanlarımızı nasıl örüyor?”

Roger Stahl

Savaş Oyunları A.Ş.

çev. Yavuz Alogan

Ayrıntı Yayınları, 2010, 268 s.

Roger Stahl Savaş Oyunları A.Ş. isimli kitabında, Amerikan kültüründeki savaş algısının eğlence ile bir aradalığına, savaşın nasıl eğlence olarak sunulduğuna değiniyor; özellikle bilgisayar oyunları ve haberlerden, diğer bir deyişle medyadan yansıdığı, yansıtıldığı şekilde. Yazarın kendi cümleleriyle söylersek, “Bu kitap, XXI. yüzyılın başlarında ABD’de, savaş konusunda değişen yurttaş deneyimine ilişkin.” Kitabın ana başlıklarını sıralarsak, sanırım içeriğine dair daha ayrıntılı bilgi vermiş oluruz: “Her Şeyi Tüketen Savaş: Seyircilikten İnteraktif Katılıma”, “Spor ve Askerileştirilmiş Siyasi Yapı”, “Naklen Savaş”, “Savaş Oyunları”, “Eğlence Olarak Savaşla Oynamak” ve “Sorgulama: Özel Gösterimlerden Gösterim Sonrasına”.

Edward Hallett Carr

Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi 1917-1929

çev. Levent Cinemre

Yordam Kitap, 2011, 270 s.

&

Komintern’in Alacakaranlığı 1930-1935

çev. Uygur Kocabaşoğlu

İletişim Yayınları, 2010, 520 s.

Sovyet Rusya tarihi konusunda tartışmasız en önemli isimlerden biri olan Edward Hallett Carr’ın Türkçede –daha yayımlanmayı bekleyen kitapları olmakla birlikte– farklı yayınevlerince çok sayıda kitabı yayımlandı, bir anlamda Türkçede de değeri bilinen bir isim. İletişim’den çıkan kitabında yazar, Komintern’den, yani Komünist Enternasyonelden yola çıkarak 1930-35 tarihlerini ön plana çıkararak, Sovyetler’in kuruluşunu tamamlaması ve Avrupa’daki gelişmelerin ışığında komünist partilerin Sovyetler Birliğine bağımlı hale geldiği süreci ele alıyor. Yordam Kitap’tan çıkan kitabın ise, yazarın meşhur Sovyet Rusya Tarihi serisinin bir özeti niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Daha genel okur ve öğrenciler düşünülerek hazırlanmış, “sadeleştirilmiş” bir kitap, ama bire bir bir özet de değil. Farklı bir şekilde ele alınmış, hatta yazarın deyişiyle, elimizdeki kitapta, orijinal çalışmadan, yani Sovyet Rusya Tarihi’nden değişmeden gelen cümleler azınlıkta.